Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyük Çamlıca Camii’nin avlusunda öpüşen bir çiftin fotoğrafı, muhafazakâr çizgideki bazı yayın organlarında şu başlıkla servis edildi:
“Cami avlusunda teşhircilik!”
Aynı cümleyle yorumladım haberi:
“Cami avlusunda teşhircilik!”
Haberi onaylamadım elbette. Teşhirciliği bizzat yapıp “bak şu teşhircilere” diyen “üzerine toz kondurmaz”lara dikkat çekmek istedim. Odağa alınması gereken, teşhir edilen eylem değil eylemi teşhir etmenin ta kendisidir.
Bir çiftin öpüşmesini gizlice fotoğraflamak, o fotoğrafı haberleştirmek üzere paylaşmak,
sonra da binlerce insanın önüne sürmek, teşhircilik değilse nedir? Bir de bunu cami avlusunda yapmak!
Bu tür olaylarda ahlakî kaygının odağı genellikle eylemin kendisine kilitlenir:
Kim yaptı?
Ne yaptı?
Nerede yaptı?
Asıl mesele şudur:
Kim gördü, nasıl gördü ve neden gördüğünü göstermeye kalktı, hangi dürtüyle medyatik dolaşıma soktu?
Eylemin kendisi ahlaksızdır ama daha büyük ahlaksızlık o eylemi seyirlik hale getirmektir.
Mahrem bir an’ı gizlice görüntülemek, sonra bunu “ahlak” adına görsel dolaşıma sokmak,
insanların hayalinde yeni sahneler üretmek, çağrışımları çağırmak daha büyük ahlaksızlıktır.
Bu, masum bir uyarı değildir; teşhir edilen eylemin amacına hizmet etmektir.
www.odatv.com’dan Soner Yalçın, makalesinde, Jean Baudrillard’ın can yakıcı tespitini hatırlatıyor:
“Pornografi, cinsel içerik değil; aşırı görünürlüktür. Her şeyin fazlasıyla açık hale gelmesidir.”
Evet, pornografi çıplaklıkla başlamaz. Pornografi, gizli kalması gerekeni ifşa etmektir, örtülü kalabilecek olanı teşhir etmektir. Bir kötülüğün kendisi-bir başkasına zarar vermiyorsa-bireyseldir ancak kötülüğün sürekli zikredilmesi, ciddiye alınıp tekrar tekrar hatırlatılması, toplumsaldır. Bir bulaş riskidir. Toplumun duyarlılığını köreltmeye yöneliktir. Yadırganacak olana kanıksatmakla sonuçlanır. Anormal olanı normal göstermeye başlar.
Pornografi, cinsel alanla sınırlı değildir. Bir eylemi, tümüyle çıplaklaştırmak, onun “öte”ye dair göndermelerini çalmak, “sonra”ya yönelik anlamlarını soymak demeye gelir. “Neyse o!” “Hepsi bu!”ların tümünde pornografi fikri saklıdır. Bir eylemin gizliliğinden saklı erotik enerjiyi hızla boşaltıp o eylemi yalınkat haline getirmek, gölgesini ve imasını yok etmek, pornografidir. Teşhir eylemi, teşhir edilen eylemden daha pornografiktir. Nitekim, seksin kendisi yeryüzünde yaşanır; bunda bir sorun yoktur ama onu görünür hale getirmek, sürekli vurgulamak, altını çizmektir sorun.
Henüz yargılama aşamasına bile gelmemiş bir özel hâli, insanların zihninde otomatik pornografik sahneler üretecek biçimde ifşa etmek, yeni bir suç üretmektir. Üstelik bunu “ahlak” etiketiyle yapmak, işi daha da ahlaksızlaştırır. Bunun adı ahlak değil; ahlakçılıktır. Ahlakçılık, ahlaksızlığın en sinsi hali, en rafine yöntemidir. Alıcısı bol, satıcısı bol olan ahlakçılık pazarında yeni bir tezgah daha açmaktır.
“Ben teşhir etmiyorum, kınıyorum” diyerek aynı görüntünün dolaşımına katkıda bulunmak; ahlakın değil, teşhirciliğin tarafında durmaktır. Kur’an’ın ahlâk dili bağırmaz. Gözlere sokmaz; bayağı ve yalınkat ifşalarda bulunmaz. Aksine, örtmeyi, ayıbı saklamayı zannın peşinden gitmemeyi ilke olarak teklif eder. Nur Suresi’nin tesettür ayetlerinde teşhir edilen nesneye değil o nesneye bakışı sorgular: “Bakışlarınızı haramdan sakının!”
Bir kötülük varsa, onun lafının edilmemesini tavsiye eder, pazara sürülmemesini öğütler.
Kur’ânî ahlâk, susar.
Kur’ânî ahlak, bekler.
Kur’ânî ahlak, örter.
Soner Yalçın yazısının sonunda haklı olarak “nerede bu mahallenin abileri” diye soruyor. Doğrusu, “bu mahalle” fikrini kabul etmeyenlerdenim. Hepimiz insanî zaaflarımızla aynı mahalleliyiz. Ritüelleri sivriltip çoğalttıkça, görünmelere sarıldıkça, dinin içeriğinden kendini muaf tutan ve ‘olma’yı erteleyip ‘görünme’ler üzerinden kendine bol hurili cennet hazırlayan dindarlığın ahlak üretmesi, doğru olanın yanında durmanın bedelini sessizce ödemesi beklenemez.
Olmayan “bu mahalle”nin “abi”si olma iddiam da yok.
Yıllar önce gıybet kültürünün varoluşsal bir intihar olduğunu, hayatın akışına saygısızlık olduğunu yazmış biri olarak (Söz Yangını kitabı) bir ilkeyi ayağa kaldırabileceğimizi umuyorum: Çok gürültülü ve şaşaalı görünme sarhoşluğundan ayılıp sessiz ve sancılı ‘olma’ ayıklığına odaklanmak. Görünmenin kolaylığına tutulma, başkasını rezil ederek kendini aziz kılmaya heveslenme kolaycılığı hepimizin yakasında. Pornografi, bir insanı duygusundan ve ruhundan soyarak, mekanik bir performans aktörünü dönüştürmekse, bu hepimizin derdi. Hepimizin derdi.
“Başka bir insanın yaptığını ben de yapabilirim” diyebilmek, sorumluluğu dışarıdan içeri taşımak, başkalarından kendimize aktarmek, insanî zaafları kendi terbiyesinin vesilesi yapmak Kur’ânî ahlakın temel ilkesidir: Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir.
Eylemi değil sadece, eylemi ağza sakız etmeyi konuşalım. Her insanda olabilecek ayıbı değil sadece, başkasının ayıbını teşhir ederken kendi ayıbına körleşmeyi konuşalım. Asıl teşhircilik tam da buradadır; kendinde de olabilecek olanı başkası üzerinden görünür kılıp “günah keçisi” ilan etmektir. Başkasını karalayarak kendini aklamaya yeltenmektir.
Bu pornografiyi görmezsek, ahlakı afişe ettiğimizi sanırken, en sinsi ahlaksızlığı yapıyor olabiliriz.
Şimdi beni birilerinin savunucusu görecek, linç etmeye kalkacak bir güruh çıkabilir; buna şaşırmayacağım. Sadece kınamaya odaklanan bir zihnin, anlamak gibi bir zahmete katlanmak yerine yargılamanın kolaycılığına kaçmasını anlayabilirim. Her kötülüğü sergilemeye hevesli bakış, kınadığını sandığı günahın en pornografik halini icra eder.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
